TRT 1’in Diziliş Ertuğrul dizisinden sonra Muhyiddin Arabi neden asıldı ? diye çok merak edilmeye başladı.
“Diriliş Ertuğrul” adlı dizide Arabi Ertuğrul’un hayatını kurtarmıştı. O sahneden sonra izleyiciler İslam alimi Arabi’nin yaşamıyla ilgili araştırmalar yapmaya başladılar. Muhiddin Arabi, Şeyhü’l- Ekber, Muhyiddin Arabi gibi isimleri de İbni Arabi’nin kullandığını söyleyebiliriz.
Vahdet-i vücud görüşünü ilk benimseyen kişi olarak İbni Arabi biliniyor. Eserleriyle dikkat çeken İbni Arabi’nin tam ismiyse; Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el- Arabi et-Tai el- Hatimi’dir. Yazar, mutasavvıf, düşünür aynı zamanda da şair olarak Arabi’i tanımlayabiliriz.
Muhyiddin Arabi neden asıldı ?
Muhyiddin Arabi 28 Temmuz 1165 senesinde Endülüs’te Murcia şehrinde (O zamanki adı mursiye) doğmuştur. İbni Arabi’nin ailesinde de tasavvuf eğitimi görmüş kişiler vardır. Anne, babası Arap Tayy İbni kabilesindendir.
İbni Arabi, İslam düşünce tarihiyle ilgili çeşitli çalışmalar yaptı. Günümüzde de İslam felsefesi ve düşüncesi açısından eserleri sevilerek okunmaktadır.
Muhyiddin Arabi, metafizikle bağlantılı olan düşünce ve inanç sistemini benimsemiştir. Yaptığı seyahatler sayesinde benimsemiş olduğu düşünceleri devamlı geliştirmiştir. Ayrıca yeni fikirlerde üretip geleceğe de ışık tutmuştur. Özellikle gelecekle ilgili söylemiş olduğu cümleler günümüzde çok kullanılıyor. İstanbul fethiyle alakalı söylemleri özellikle İbnnu’l Arabi kehanetleri diye geçiyor. İslam’a ve bilime hayatını adayan İbni Arabi, 10 Kasım 1240 yılında Şam şehrinde hayata gözlerini yummuştur.
Ölüm şekli asılma değildir. Benî Zekî’lerin mâlikânesinde doğal sebeplerle 65 yaşında ölmüştür. Kāsiyûn dağı eteğindeki Sâlihiye semtinde bulunan İbnü’z-Zekî ailesinin kabristanına defnedilmiştir.
Mezarı zaman geçtikçe, bakımsız kalmış, kaybolmuş, daha sonra Yavus Sultan Selim tarafından mezarının yeri tespit ettirilerek üzerine türbe yaptırılmıştır.
Muhyiddin Arabi’nin fikirlerine karşı çıkanlar vardı. Yaşadığı Şam bölgesinde tasavvuf karşıtı akımlar vardı fakat Muhyiddin Arabi’nin asılarak öldürüldüğüne dair bir bilgi yoktur.
Asılan tasavvuf ehlinin ismi Hallacı Mansurdur. İnsanlar ikisi de tasavvufçu olduğu ve benzer fikirleri olduğu için Muhyiddin Arabi ile Hallacı Mansur’u birbirine karıştırmaktadırlar.
Hallacı Mansur neden asıldı ?
Hallacı Mansur 858 yılında İran’da doğdu. Babası Hallaç (pamuk atıcı, kabartıcı) olduğu için ona nispetle Hallacı Mansur olarak bilinmektedir. Dedesinin ise mecusi (ateşe tapan Zerdüşt dininden) olduğu bilinmektedir.
Dini eğitim gören ve zahid bir hayat yaşayan Hallacı Mansur’un kerametleri olduğu söylenmektedir. Bu sebeple yaşadığı dönemde çok sayıda takipçisi vardı. Herhangi bir mezhebe mensup olmamakla beraber hak mezheplerin tamamının kurallarına uyarak, yani dini en zor ve sıkı şekilde yaşamaktaydı.
Bir süre Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesi oldu fakat bir süre sonra Cüneyd-i Bağdâdî onun sorduğu suallerde samimi olmadığını düşünerek sohbetlerine gelmesini yasakladı.
Derin dini bilgilere sahip olan Hallacı Mansur diyar diyar gezerek İslam dinini anlattı ve bir çok insanın Müslüman olmasına vesile oldu. Ona tabi olanlara Mansuri deniliyordu. Bununla birlikle Hallacı Mansur’un hayatı bir çok kişiyle sürtüşme yaşayarak geçmiştir.
Örneğin şeyhi tarafından kötülenmiş, hocası Cüneyd-i Bağdâdî tarafından yanından uzaklaştırılmış, bazı hal ve hareketleri nedeniyle o dönem iktidarda olan Abbasi yöneticilerini kızdırmıştır.
Hallacı Mansur’un din alimlerince sevilmemesinin sebebi dini konularda aşırılığa kaçmasıydı.
Hallacı Mansur’un çok sayıda destekleyeni, aynı zamanda çok sayıda düşmanı da vardı. Örneğin Hac’da kesilen kurbanlar gibi kendi kanının dökülmesinin helal olduğunu ilan etmesi, kurban edilmek istemesi veya Arafat’ta iken kendine işkence edilmesini, sövülmesini istemesi gibi aşırılık içeren davranışları bazı kesimler tarafından tepki çekiyordu.
Halkın bir kısmı onu veli bilirken bir kısmı ise deli, sapık, aşırıya kaçmış kişi olduğunu düşünmekteydiler.
Dönemin Abbasi halifesi Muktedir Billah ise isyancıları kendisine karşı cesaretlendirdiği için Hallacı Mansur’dan rahatsızdı.
İsyancılara karşı Abbasi halifeleri “Müslüman’ın Müslüman kanını dökmesi helal değildir” argumanını kullanarak isyanları bastırmaya çalışıyorlardı. Hallacı Mansur’un kendi kanının dökülmesinin helal olduğunu ilan etmesi, isyancılarda “Masumun kanı dökülmesi helal ise zalimin kanının dökülmesi hayli, hayli helaldir” düşüncesi oluşturuyor ve isyancılar cesaretleniyorlardı. Bundan da Abbasi yöneticileri rahatsız oluyorlardı.
Dönemin Abbasi halifesi Muktedir Billah’ın emriyle Hallacı Mansur 913 yılında tutuklandı ve idam edilmesi talebiyle yargılandı. Yargılanma gerekçesi “Enel Hak” yani “Ben Hakk’ım” sözünü kullanmasıydı. Hakk Allah’ın isimlerinden biri olduğu için bu sözün anlamı “ben tanrıyım” demek oluyordu.
Halbuki Hallacı Mansur bu sözü tanrı olduğunu belirtmek için değil kendi benliğinin Allah’ta eriyip kaybolduğunu ifade etmek için kullanmıştı.
İslam fıkhına göre dinden dönüp din ve devlet aleyhine çalışanlara zındık denir ve idamı gerekir. Bu gerekçe ile Hallacı Mansur idam ile yargılandı. Fakat yargıçlar Hallacı Mansur’ın bu sözü aklı başında olmadığı bir zamanda söylediği gerekçesi (Ne maksatla söylediğini ve Hallacı Mansur’un dinden çıkmadığını da biliyorlar elbette) ile idam kararı vermediler. Halifeden çekindikleri için hapis cezası verdiler.
Hallacı Mansur 8 sene ev hapsinde kaldı. Ev hapsi süresince mahkumdan ziyade zorunlu misafir gibi yaşadı, her türlü ihtiyacı karşılandı sadece dışarı çıkmasına müsaade edilmedi.
Abbasi halifesi Muktedir Billah için Hallacı Mansur’un ev hapsinde kalması yeterli değildi. Hallacı Mansur’un yeniden yargılanmasını istedi. Kadılar yine idam cezası vermediler. Bu süreç birkaç kere tekrarlandı, sonunda aşırı zorlamalar karşısında Hallacı Mansur için bir kadı idam hükmü verdi ve 922 yılında Hallacı Mansur asıldı. Asılmakla kalmadı, asılmadan önce kırbaçlandı, burnu, kolları, ayakları kesildi. Asıldıktan sonra da başı kesildi ve Dicle üzerindeki bir köprüde iki gün sergilendi, ardından kesik başı Horasan’da dolaştırıldı. Gövdesi ise yakılıp nehre savruldu. (Halifenin öfke düzeyini buradan da anlayabilirsiniz)
Hallacı Mansur’un isyancı Karmatilerle gizlice mektuplaştığı ve asıl ölüm sebebinin bu olduğu, enel hak sözünün bahane olduğu iddia edilmektedir.
Hallacı Mansur haksız yere mi asıldı ?
Hallacı Mansur’un haksız yere asıldığı zaten o dönemde de bilinmekteydi. Çünkü onun enel hak sözünü ne maksatla söylediğini herkes bilmektedir. İsyancıları kışkırttığına dair veya devlete isyan ettiğine dair bir kanıt da yoktur. Sadece isyancılarla mektuplaştığı öne sürülmüştür.
Bazı aşırı söz ve tavırları örneğin “benim kanımı akıtın, dövün, sövün” gibi lafları da cezayı gerektirecek şeyler değildir. Tasavvuf ehli kişiler açlık, uykusuzluk ve aşırı ibadet nedeniyle bazen bir nevi sarhoşluk ve kafa güzelliği yaşamakta ve aklı başlarında olmadığı zamanlarda yadırganacak laflar edebilmektedirler.
Hallacı Mansur ile ilgili eleştirilebilecek husus dinde aşırılığa gitmesidir. Peygamberimiz (SAS) dinin nasıl yaşanması gerektiğini insanlara anlatmış ve hep itidal, yani orta yol tavsiye etmiştir. Bundan fazlası aşırılıktır.
Muhyiddin Arabi’nin Vahdet-i Vücud Görüşü
İbni Arabi tarafından ilk kez Vahdet-i Vücud görüşü ortaya atılmıştır. Vahdet-i Vücud görüşü ilerleyen dönemlerde çok fazla alim ve sufi tarafından da benimsenmiştir. İslam dünyasında konuyla ilgili olarak çok sayıda bulunuyor.
Vahdet-i Vücud öğretisinin temelinde aslında varlık birliği savunuluyor. İbni Arabi’den sonraki alimlerde bu görüşe inanmışlardır. Fakat bazı düşünürlerde Arabi’nin Vahdet-i Vücud görüşünü panteizme benzetmişlerdir. O yüzden çok karşı çıkanlarda olmuştur.
Muhyiddin Arabi’nin Seyahatleri ve Mutasavvıfa Bakış Açısı
Arabi İslam dünyasının yetiştirdiği değerli seyyahlardan olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde İspanya olarak geçen Endülüs’ten ilk defa 36 yaşında ayrılmıştır. Arabi gerçekleştirdiği seyahatlerde hep yeni bilgiler öğrenmiştir. Arabi ilk yolculuk deneyimini Tunus’a yapmıştır. 1 sene sonra Tunus’tan memleketine dönmüştür. Annesiyle babasının ölümünden sonra da Fas’a gitmiştir. Arabi devamlı Endülüs’e gidip gelmiştir. 1200 yılından sonraysa oradan tamamen ayrılmıştır. Endülüs’ten ayrıldıktan sonra Tunus’a oradan da Hac ibadetini yerine getirmek üzere Mekke’ye gitmiştir. Mekke’de 3 sene kadar Arabi yaşamını sürdürmüştür. Mekke’deyken 38 ciltlik el-Fütühatü’l – Mekkiyye kitabını yazmıştır. Mekke’den sonraysa Filistin, Suriye ve Anadolu’ya gitmiştir.
İbni Arabi olayları daha çok tasavvuf ve duyularla kavramıştır. Benimsediği görüşü, İslam ülkelerindeki seyahatlerinde devamlı dile getirmiştir. Mekke, Şam ve Bağdat gibi İslam için önemli şehirlerde bulunmuştur. Gittiği İslam ülkelerinde araştırmalar yaparak sonunda kendini sufizme adayıp manevi hayat sürmeye başlamıştır.